Ulusal Birlik Partisi (UBP) , Kıbrıs Türkü ile Anavatan Türkiye’nin birlikte yürüttükleri “KIBRIS MİLLİ DAVASININ “siyasal motoru, beyni, hafızasıdır.
11 Ekim 1975’te 8341 üyeyi temsilen 51 üye adına İçişleri Bakanlığı’na sunulan belgelerle resmi yaşamına başlasa da UBP’nin kökleri Kıbrıs Türk Halkı’nın varoluş ve özgürlük mücadelesinin derinliklerindedir.
UBP’nin Kurucu Genel Başkanı Rauf Denktaş, varoluş ve özgürlük mücadelemizin önde gelen şahsiyeti, Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu, Türk Mukavemet Teşkilatı , Cemaat Meclisi, Kıbrıs Türk Yönetimi , Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin Başkanı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kurucu Cumhurbaşkanıdır.
Rumların adayı Yunanistan’a bağlamak için harekete geçmeleri, bunu yoğunlaştırmaları üzerine 10 Aralık 1918’de toplanan “Meclis-i Milli’de” Enosis’in engellenmesi ve adanın tekrar Osmanlı’ya iadesi için alınan kararlar UBP’nin ilk habercisidir.
1949 yılında kurulan Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu ile Kıbrıs Türk Milli Birliği Partisi’nin hedefleri UBP’nin ilkelerinin ilk ışıklarıdır.
Ulusal Birlik Partisi resmi kuruluşu 1 Ağustos 1958, asıl kuruluşu 25 Temmuz 1957 olan Türk Mukavemet Teşkilatı’nın siyasal devamıdır.
Ulusal Birlik Partisi’nin ilke ve hedefleri büyük ölçüde 29 Mayıs 1970 tarihinde dönemin Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı Rauf Denktaş tarafından açıklanan “ Ulusal Dayanışma Programı” ile örtüşmektedir.
UBP kurulduğu günden bu yana gerçekleştirilen tüm seçimler göz önünde tutulduğunda Kıbrıs Türkü’nün en fazla destek verdiği, en fazla üyeye sahip olan, en büyük siyasal parti durumundadır.
Kuzey Kıbrıs’ta ,1976, 1981, 1985, 1990, 1993, 1998, 2003, 2005, 2009, 2013, 2018, 2022 yıllarında da milletvekilliği genel seçimi yapıldı…
1976, 1990, 2009 seçimlerinde UBP tek başına iktidara gelecek sonucu elde etti…
1981,1985,1993, 1998, 2018,2022 seçimlerinde UBP birinci parti oldu…
1975-2025 yılları arasında yapılan Devlet Başkanlığı, KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de en fazla UBP ve/veya UBP’nin de desteklediği adaylar kazanmış en uzun süre onlar görev yapmıştır.
Ulusal Birlik Partisi’ni kurulmasını sağlayan siyasi, sosyal, dini ve, milli olgular tarihin derinliklerine kadar uzanıyor.
Ulusal Birlik Partisi aslında Kıbrıs Türkü’nün Akdeniz’in üçüncü büyük adasında tutunma, yaşama mücadelesinin adıdır.
Ulusal Birlik Partisi, koloni idaresine karşı baş kaldırının , Kıbrıs Türkü’nün vatan bildiği Kıbrıs’ta kendi milli ve dini aidiyeti, gelenek, görenek ve kültürü ile yaşama kararlığının adresidir.
Ulusal Birlik Partisi, Anavatan Türkiye’den kopmamak, yılmadan mücadele etmek, adanın Yunan olmasını durdurmak Kıbrıs’ta kurulan demokratik bir Cumhuriyete egemen bir halk olarak ortak olmaktır.
Ulusal Birlik Partisi, kendisi için soykırım tasarlayan ortağı Rum yöneticileri, faşitleri karşısında dik durmak, özgürlük isteğinden asla taviz vermemek, 20 Temmuz 1974 sabahı Mehmetçik’le Mücahidin can cana , kan kana yürümesi ve Kuzey Kıbrıs’ta güven içinde yaşanabilecek bir coğrafya parçası sağlaması demektir.
Ulusal Birlik Partisi, yok olmaya yüz tutmuş bir toplum noktasından bağımsızlığını ilan eden Devleti’ni kuran bir Halk noktasına gelmek, Anavatan Türkiye ile kader birliği yapmak, Atatürkçülüğü, çağdaşlığı Kıbrıs Türk Halkı için tek yol olarak seçmektir.
Kıbrıs Türkü’nün Akdeniz’in üçüncü büyük adası Kıbrıs’taki varlığı 1571’de Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedilmesi ile başladı.
Kıbrıs Türkü 1878’e kadar Osmanlı idaresinde yaşadı. Ada, 1878’de ekonomik ve askeri açıdan zora düşen Osmanlı İmparatorluğu tarafından kendisine mali ve askeri destek vereceğini belirten Büyük Britanya’ya kiralandı.
Büyük Britanya Osmanlı’nın Almanya’nın destekçisi olarak, “ittifak Devletleri” ile birlikte 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’na girmesi üzerine Kıbrıs’ı tek taraflı bir kararla kendi topraklarına kattığını açıkladı.
Bu olay, Türkiye Cumhuriyeti ile “İtilaf Devletleri” arasında 24 Temmuz 1923’te Lozan’da imzalanan anlaşma ile resmileşti ve Kıbrıs’ta 16 Ağustos 1960’e dek sürecek İngiliz Koloni İdaresi başladı.
İngiliz Koloni İdaresi kesinlikle Kıbrıs Türkü’nün içine sinmedi.
Ada Rumları Yunanistan’ın 1821 yılında Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmak için isyan başlatmasından sonra adayı Yunan yapmak için isyan girişiminde bulundu. Vali Küçük Mehmet isyanı bastırdı.
Rumların dini nedenler ve milli duygularla harekete geçmesi, yıllar geçtikçe bunu daha da tırmandırması Kıbrıs Türkü arasında ciddi bir endişe ve buna paralel olarak bir uyanış yarattı.
60 bin müslüman Türk adına 1919’da İngiliz Sömürgeler Bakanlığı’na gönderilen bir mektupta Ada’nın Yunanistan’a bağlanmasının kesinlikle istenmediği vurgulandı.
Bu arada bir grup aydın Ada’da bulunan Çanakkale esirlerinin kurtarılarak İngiliz Koloni İdaresine karşı başlatılacak isyana katılmasını da içeren bir plan yaptı ama İngilizler bu planı Dr. Behiç’e kurulan komplo ile çökertti.
Büyük Önder Mustafa Kemal’in emperyalist ülkelere karşı verdiği kurtuluş savaşını yakından izleyen, ulaştırabileceği her katkıyı Anadolu’ya ulaştıran, Atatürk Devrimlerini gönüllü olarak uygulayan Kıbrıs Türkü 1930’da Milli Cephe’yi kurdu, 1931’de Milli Kongre’yi topladı.
Milli Cephe’nin kuruluşu, Mili Kongre’nin toplanması 1821’den itibaren adanın Yunanistan’a ilhakını hayal eden 1921’de ilk isyanı başlayan Rumlara bir yanıt idi.
1826’da İngiltere’nin onayı ile adaya ilk kez bir Türkiye Cumhuriyeti yetkisi atandı.
Konsolos Asaf diye bilinen Asaf Güvenir bey açılan konsoloslukta kısa süre görev yaptı.
1930’da yapılan Kavanin Meclisi seçimlerini İngilizlerin desteklediği adaylara karşı Atatürk milliyetçisi aday Necati Özkan seçimi kazandı.
Rumlar Kavanin Meclisi olayını İngilizlere karşı isyan etmek için kullanıp vali konağını yakınca İngilizler Kavanin Meclisi’ni feshetti, verilen bazı milli hakları geri aldı.
Konsolos Asaf Atatürkçü adayın seçilmesinde etkili oldu diye İngiltere seçimden kısa süre sonra kapatıldı, Konsolos Asaf geri döndü.
1940 yılında İngilizler yeniden siyasi faaliyetlere izin verdi.
Bunun üzerine Kıbrıs Türk Adası Azınlık Hakları Kurumu (KATAK ) kuruldu.
KATAK’ın amacı Kıbrıs Türkü’nün yok edilmesini engellemek, adanın Yunan olmasına dur demekti.
Rumların ise aklı fikri Kıbrıs adasını Yunan yapmakta idi. Yaptıkları gösteriler, BM nezdindeki girişimleri ile bunu açıkça ortaya koyuyorlardı.
Kıbrıs Türkü Rumların bu tutumları karşısında 1945 ile 1948’de on binlerce kişinin katıldığı mitingler düzenleyerek adanın Yunanistan’a bağlanmasına şiddetle karşı olduğunu tüm dünyaya duyurdu.
Rumlar Yunanistan’a bağlanmak için her yolu denemeye kararlı idi.
Komünist AKEL Partisi 1950 yılında adanın Yunanistan’a bağlanması için bir imza kampanyası başlatma kararı aldı.
Kilise özellikle de o dönem Baf metropoliti olan Makarios AKEL’den geri kalmamak için bu sürece dahil oldu.
5 Ocak 1950’de kiliselere konan defterlere “Enosis’e Evet” ya da “Enosis’e Hayır” şeklinde imza atarak gerçekleştirilen plebisit sonucu, Rum halkının %96’sının” Enosis’e Evet” dediği açıklandı.
İngiltere plebisit sonucunu tanımadı. Yunanistan başına iş açmamak için kabule yanaşmadı.
Ancak Yunanistan boş durmadı ve 1954 yılında Kıbrıs konusunu Birlemiş Milletler Genel Kurulu’na taşıdı ve Kıbrıs Halkının bir bütün olarak self determinasyon hakkının tanınmasını dolayısı ile Enosis yolunun açılmasını talep etti.
İngiltere bu süreçte Türkiye’nin adadaki Türklerden ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan dolayı Kıbrıs konusunda söz hakkı olduğunu belirterek Yunanistan’ın talebini geri püskürttü.
1955 yılında ise ilk kez Kıbrıs konusu ile ilgili olarak Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında üçlü bir toplantı yapıldı.
Yunanistan toplantıda Enosis yolunu açmak için uğraştı ve toplantı sonuçsuz kaldı.
Aynı yıl Yunanistan’dan gelen Kıbrıs kökenli Yunan general Grivas Diğenis EOKA’yı yani, Ethniki Organosis Kyprion Agoniston, Kıbrıs Ulusal Mücadele Örgütü’nü kurarak adada Yunan terörünü başlattı.
Tek hedef vardı Yunanistan’la birleşmek, yani ENOSİS…
Bunun için önce İngilizler sonra da Kıbrıs Türkleri ile çarpışılacaktı.
Nitekim ilk bombalar 1 Nisan 1955’te Larnaka ve Limasol polis karakollarında patlatıldı.
EOKA ilk eylemlerini 1955’te yaptı ama kuruluşu 2 Temmuz 1952’te Atina’da yapılan Makarios’un da katıldığı toplantıya kadar gitmektedir.
Kıbrıs Türkü bu gelişmeler karşısında oldukça rahatsız idi.
Özellikle gençler bir şeyler yapmak istiyordu.
Karaçete, Volkan, 9 Eylül Cephesi bu istemin sonucu ortaya çıkan ilk Kıbrıs Türk Direniş hareketleridir.
27 Temmuz 1957’de ise o günlerde Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu Başkanı olan Rauf Denktaş, o günlerde Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu Genel Sekreteri olan Dr. Burhan Nalbantoğlu ve Türkiye’nin Lefkoşa konsolosluğunda görevli olan Kemal Tanrısevdi tarafından Türk Mukavemet Teşkilatı TMT kuruldu.
Yapılan görüşmeler sonucu Türkiye Hükümeti 1958 yılında Türkiye Genel Kurmay Başkanlığı’na KIBRIS İSTİRDAT PROJESİNİ ( KİP) , yani KIBRIS’I GERİ ALMA projesini hazırlattı.
1 Ağustos 1958’de Rıza Vuruşkan’ın İş Bankası Lefkoşa Şubesi’nde müfettiş olarak göreve başlaması ile proje yürürlüğe girdi.
TMT’nin Türkiye’den gelen komutanın emrine girmesiyle önemli bir aşama kaydedildi.
Kıbrıs Türkü tüm ada sathında direniş için örgütlenmeye ve silahlanmaya başladı.
TMT yemini aslında amacın ne olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyordu.
“Kıbrıs Türkünün yaşayış ve hürriyetine, canına, malına ve her türlü anane ve mukaddesatına, her nereden ve kimden olursa olsun vaki olacak tecavüzlere karşı koymak için kendimi Türk Milletine adadım. Ölüm dahi olsa verilen her vazifeyi yapacağım. Bildiğim, gördüğüm, işittiğim ve bana emanet edilen her şeyi, canımdan aziz bilip, sonuna kadar muhafaza edeceğim. Gördüklerimi, işittiklerimi, hissettiklerimi ve bana emanet edilenleri, hiç kimseye ifşa etmeyeceğim. İfşaatın bir ihanet sayılacağını ve cezasının ölüm olacağını biliyorum.
Yukarıda sıralanan hususları harfiyen tatbik edeceğime, şerefim, namusum ve bütün mukaddesatım üzerine söz verir ant içerim. “
TMT’nin yayınladığı çeşitli bildiriler ise örgütün ilkelerinin ise şunlar olduğunu gösteriyordu:
1) Kıbrıs Türklerinin can ve mal güvenliğini sağlamak,
2) Enosise ve bu hedef doğrultusunda yapılan girişimlerle estirilen teröre karşı durmak,
3) Türklere yapılacak saldırıları geri püskürtmek,
4) Türk Toplumunun birliğini ve bütünlüğünü sağlamak, Enosis’i savunan AKEL’in Türk toplumu içinde ideolojik etkinlik kurmasını ve iç cepheyi bölmesini önlemek,
5) Rumlara ve İngilizlere karşı Kıbrıs Türklerinin haklarını savunmak,
6) Anavatan Türkiye ile sıcak ilişkileri ve Türk Halkının Anavatana bağlılığını sürdürmek.
TMT’nin kurulmasından sonra yer aldığı en önemli olaylardan biri, 27-28 Ocak 1958’de İngiliz Sömürge Yönetimi ile meydana gelen çatışmadır.
TMT’nin insiyatifi ile Liseli Türk Öğrencilerin 27 Ocak günü başlattıkları “TAKSİM” lehindeki yürüyüş, o güne kadar Rumların “ENOSİS” lehindeki yürüyüşlerine seyirci kalan sömürge yönetimi tarafından şiddet kullanılarak dağıtılmaya çalışıldı.
Türk öğrenciler barışçı yürüyüşlerinin şiddetle bastırılmasına sert tepki göstererek, sömürge askeri ve polisine karşı koydular. Sömürge yönetimi cop, göz yaşartıcı bomba ve silah kullanarak büyük bir anti sömürgeci şahlanışa dönüşen gösterileri dağıtmada yetersiz kaldı. Çatışmalar, gösteri ve yürüyüşler ertesi gün de sürerek bütün adaya yayıldı.
Limasol, Baf, Mağusa va Larnaka’da büyük protesto gösterileri oldu. Bu çatışmalarda 100’den fazla kişi yaralandı, birçok kişi tutuklandı, 7 Türk de öldürüldü.
27-28 Ocak Direnişi bir kez daha, Kıbrıs Türk Halkı dikkate alınmadan varılacak herhangi bir çözümün yaşama şansı olmadığını gözler önüne serdi. 27-28 Ocak direnişinin bir diğer önemli yanı ise, Türk Halkının, iddia edildiği gibi İngiliz yanlısı olmadığını net bir şekilde ortaya koyması ve Enosise olduğu kadar sömürge yönetimine de karşı olduğunu göstermesiydi.
Kıbrıs Türk Halkının “Enosise” karşı verdiği mücadele, 1960 öncesinde adanın Yunanistan’a bağlanması ve bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin doğmasını sağlayan en önemli faktör olmuştu.
Rumların Enosis talepleri karşısında Türk halkının her yolla Self-determinasyon hakkına sahip çıkması, tek yanlı bir Enosis gerçekleşmesi olasılığını tümden ortadan kaldırmıştı. İki halk arasında başlayan çarpışmalar sonucu, Rumların savunduğu Enosis ve Türklerin savunduğu Taksime karşı bir orta yol olarak, adanın bağımsızlığı fikri doğmuştu.
Bu fikrin, İngiltere, Yunanistan, Türkiye ve ABD tarafından benimsenmesinden sonra, 11 Şubat 1958’de Zürih anlaşması ve 19 Şubat 1959’da da Londra anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaların altına İngiltere ve iki anavatan yanında, adadaki her iki toplum da eşit statüde iki kurucu ortak olarak imza attı.
Zürih ve Londra anlaşmalarına göre Cumhurbaşkanı Rum, Yardımcısı Türk olacaktı. Bakanlar Kurulu 7 Rum 3 Türk üyeden; Temsilciler Meclisi 35 Rum 15 Türk üyeden; Cumhuriyet Ordusu 60-40 ve memur kadroları 70-30 oranı ile her iki toplum fertlerinden oluşacaktı.
Her iki toplumun kendi iç işlerine bakacak birer Cemaat Meclisi olacaktı. Bu Meclis toplumsal harcamalar için vergi koyma hakkına sahip olacaktı. Ayrıca din, eğitim ve kültür işlerinden de sorumlu olacaktı.
İç güvenliği, polis ve jandarma sağlayacaktı. Ceza davalarında mahkeme heyeti suçlunun ait olduğu toplumun yargıçlarından oluşacaktı.
Beş büyük şehirde ayrı belediyeler olacaktı.
Resmi dil Türkçe ve Rumca olacaktı.
Cumhurbaşkanı Muavini Veto yetkisine haiz olacak ve önemli konularda Türk üyelerin ayrı oy çoğunluğu gerekli olacaktı.
Her iki anavatan kendi toplumlarına eğitim ve kültürel alanlarda mali yardımda bulunabilecekti.
Enosis ve Taksim yasaklanmıştı, Ne ki Rum liderliği bütün eski EOKA’cıları Cumhuriyetin kilit noktalarına yerleştirmiş ve Anayasada yasaklanmasına karşın Enosis faaliyetlerini bizzat Makarios’un önderliğinde sürdürmüştü.
Anayasal konulardaki anlaşmazlıklar için bir Türk, bir Rum ve bir de tarafsız yargıçtan oluşacak Anayasa Mahkemesi kurulacaktı.
Nitekim bu mahkemenin ilk tarafsız yargıcı Alman Anayasa Hukuku Profesörü Ernest Forsthoff olmuştu. Yardımcı ise Christian Heinze idi. Ne var ki Rumlar bu tarafsız yargıcın verdiği adil kararlardan rahatsızlık duyduklarından, uyguladıkları tehdit, baskı ve yıldırma kampanyası sonucu Forsthoff ve yardımcısının isifa edip adadan ayrılmasına neden olmuşlardı.
Aklına bağımsızlığı sığdırmayan ve yeminine bağlı kalarak Enosisin önündeki engelleri kaldırmak isteyen Makarios, bu amaçla Türk Halkına Cumhuriyette etkin söz hakkı veren Anayasanın 13 maddesini değiştirmek için bir plan hazırladı.
Bu plana göre söz konusu 13 maddenin değiştirilmesini Türklere önerecek, reddetmeleri halinde ise zorla empoze edilmesi yoluna gidilecekti, Türklerin karşı koyması halinde “Türkler hükümete isyan etti” diye olay dünyaya duyurulacak, “asilerin ezilmesi”, Kıbrıs hükümetinin bir iç meselesi olarak sunulacaktı.
Türk halkı ve Türkiye tarafından derhal reddedilen 13 maddelik değişiklik önerileri şöyleydi:
1) Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Muavininin Veto haklarının kaldırılması. (Anayasaya göre Başkan ve Yardımcısı Bakanlar Kurulu ve Meclis’in Dış İlişkiler, Savunma ve Güvenlik konularındaki kararlarını veto etme hakkına sahipti).
2) Cumhurbaşkanı yurt dışında iken veya görevlerini yerine getirmeyecek durumda olduğunda, Başkan Yardımcısının ona vekalet etmesi. (Bu aslında göz boyamak için ileri sürülmüştü).
3) Rum Temsilciler Meclisi başkanı yurt dışında, ya da görevlerini yerine getiremeyecek durumda olduğunda, Meclis Başkanlığı görevinin Meclis Başkan yardımcısı tarafından yerine getirilmesi.
4) Meclis Başkanı Rum, Yardımcısı Türk üyelerce ayrı ayrı seçileceklerine, her ikisinin de Meclis Genel Kurulunca seçilmesi. (Bu durumda çoğunlukta Rumlar olduğu için Meclis Başkanı hep Rum olurken, Türk Yardımcı, Rumların istedigi bir kişi seçilecekti. Bu Türklerin birliğini bozmaya yönelik bir öneri idi).
5) Bazı yasaların Meclis’te onaylanması için, ayrı çoğunluk şartının aranmaması. (Anayasaya göre vergi, belediyeler ve seçim yasaları için ayrı ayrı çoğunluk gerekirdi. Bu durumda Rumlar herşeyi çoğunluklarına dayanarak istedikleri gibi yapacaklardı).
6) Birleşik Belediyelerin kurulması. (Anayasaya göre beş büyük şehirde ayrı belediyeler kurulacaktı. Bu durumda Belediye Başkanları hep Rum olacaktı).
7) Adaletin dağıtımının birleştirilmesi. (Rum suçlulara Rum, Türk suçlulara da Türk yargıçlar bakıyordu. Bu durumda Türk sanıklar suçsuz olsalar bile Rum yargıcın insafına kalıyorlardı. Bunun bir baka tehlikesi de Rum yargıçlardan alınacak tutuklama ve arama emirleri ile ikide bir Türk evleri ve yerleşim yerlerinin aranması, kişilerin tutuklanıp baskı altına alınması idi).
8) Güvenlik Kuvvetlerinin, polis ve jandarma olarak ikiye ayrılmasına son verilmesi.
9) Güvenlik Kuvvetlerinin sayısının yasa ile belirlenmesi. (Anayasaya göre Cumhurbaşkanı ve yardımcısı sayıyı ortaklaşa olarak azaltıp çoğaltabilirdi).
10) Hükümete ve orduya iki toplumun katılma oranlarının iki toplumun nüfus oranına göre değiştirilmesi.(Bu önerinin kabulü, Kıbrıs Türkleri için yok olmayı kabul etmekti).
11) Amme Hizmeti Komisyonu’nun üye sayısının 10’dan 5’e indirilmesi. (On üyeden üçü Türk’tü).
12) Amme Hizmeti Komisyonu’nun tüm kararları basit çoğunlukla alması. (Bu durumda çoğunlukta olan Rum üyelerin her istediği olacaktı).
13). Rum Cemaat Meclisi’nin yürürlükten kalkması. (Bu öneri de Rumların Cumhuriyet yönetimini bir Rum yönetimi yapmak girişiminin bir sonucuydu).
Bir Rum-Türk ortaklık Devleti olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ortadan kalması Rumların 21 Aralık 1963’te Kıbrıs Türkü’nü imha edip adayı Yunan yapmak için Akritas Planı’nı yürürlüğe koymaları ile gerçekleşti.
Rum saldırıları ondan sonra çeşitli safhalarda Ada’nın her yanına dağılmış olan Kıbrıs Türkü’ne yönelik olarak hep devam etti.
25 Aralık 1963 günü Türkiye garantörlük hakkını kullanarak iki savaş uçağına Kıbrıs üzerinde Rumlara yönelik ihtar uçuşu yaptırdı.
30 Aralık’ta yeşil hat çizildi ve araya İngiliz askerleri girdi.
Bu arada 4 Mart 1964’te Birleşmiş Milletlerde güya adada akan Türk kanı dursun diye alınan bir kararla çok büyük bir hata işlenerek Makarios yönetiminin adanın tek yasal yönetimi olarak muhatap kabul edilmesine devam edildi.
Bu karara rağmen Rumların Kıbrıs Türklerine saldırıları yoğunlaştı.
Türkiye, yine garantörlük hakkını kullanarak Kıbrıs Türkü’nün can ve mal güvenliğini sağlamak için Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunma kararı aldı ama Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Lyndon Johnson 5 Haziran 1964’te Türkiye’ye yazdığı mektupla bu kararın uygulanmasını durdurdu.
Türkiye’de okuyan Üniversite öğrencileri ağırlıklı olmak üzere yurt dışında yaşayan Kıbrıs Türkleri Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinin engellenmesi üzerine kendileri Kıbrıs’a gelmek ve direnişe katılmak istediler.
Nitekim öyle oldu ve 500’e yakın Üniversite öğrencisi Kıbrıs Türk Halkı’nın varoluş ve özgürlük mücadelesine katılmak üzere Erenköy’e çıkarıldı.
Ne var ki Rum-Yunan ikilisi Enosis için her yola başvurmaya kararlı idi.
Grivas yeniden Yunanistan’dan adaya getirildi ve 10 bin Rum askeri ile birlikte Erenköy’e saldırıya geçti.
Türkiye artık bıçağın kemiğe dayandığını görünce tüm eleştirileri ve durdurma girişimlerini yok sayarak 8 Ağustos 1964 tarihinde yine garantörlük hakkını kullanarak Rum-Yunan saldırılarını durdurmak üzere Erenköy ve yöresine bir hava harekatı düzenledi.
Türkiye’nin kararlı tutumu sayesinde Rum-Yunan saldırısı durdu.
Bu arada uçağının isabet alması sonucu paraşütü ile atlayan yüzbaşı Cengiz Topel Rumlar tarafından esir alındı ve işkence ile şehit edildikten sonra Türk tarafına teslim edildi.
Bu arada 4 Mart 1964’te Birleşmiş Milletlerde yapılacak toplantı için adadan ayrılan dönemin Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş Rum Yönetimi tarafından istenmeyen adam ilen edilerek kendisine Kıbrıs’a giriş yasağı konuldu.
Denktaş Türkiye tarafından Erenköy’deki gençliğe moral için bir süreliğine Erenköy’e götürüldü ama adanın başka bir yerine gidemedi.
Rumların BM tarafından haksızca ortaklık Devletinin tek sahibi gibi kabul edilmesi üzerine Kıbrıs Türkü 21 Aralık 1963’te yer yüzüne çıkan TMT’nin Mücahit Ordusu’na dönüşmesi kararını aldı.
Ayrıca bir de o dönemde Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Muavini olan Doktor Fazıl Küçük’ün Başkanlığında Mücahit Ordusu Komutanı Bayraktar Kenan Çoygun , ya da o dönemdeki ismi ile Kemal Coşkun ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki üç Türk Bakan olan Osman Örek ( Savunma Bakanı), Niyazi Manyera ( Sağlık Bakanı), Fazıl Plümer’in ( Tarım Bakanı) de üyesi oldukları geçici yönetim komitesi oluşturuldu.
Bu daha sonraları Genel Komiteye dönüştü ve başka üyeler de komiteye katıldı.
Genel Komite bir anlamda Bakanlar Kurulu gibi görev yapıyor ve Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçisi ile iş birliği içinde çalışıyordu.
Büyükelçi , Genel Komite toplantılarında bizzat hazır bulunuyordu.
Neden?
Çünkü, ortaklık Devleti’nden silah zoru ile atılan Kıbrıs Türkü’nü önce terör saldırıları ile yok etmeye çalışan Rum -Yunan ikilisi Türkiye’nin buna izin vermeyeceğini, Kıbrıs Türkü’nü canı pahasına da olsa buna karşı direneceğini görünce taktik değiştirmiş ekonomik ve sosyal saldırılarla Kıbrıs Türkü’nün üzerine, üzerine gider olmuş, Türkiye ise, buna da izin vermeyeceğini göstererek Kıbrıs Türkü’nün maaş ve gıda dahil her türlü ihtiyacını bizzat kendisi karşılamaya başlamıştı.
Dolayısı ile Büyükelçinin Genel Komite içinde yer alarak ihtiyaçları en yetkili kişilerden duyması ve gereğini yapması kaçınılmaz idi.
Rumlar zamanla büyük Devletlerin kendilerini tüm Kıbrıs’ın tek yöneticisi gibi görmesi ile daha da cüretkar hale geldi.
Rum Komünist AKEL Partisi 1966 yılındaki 11’nci kurultayında Enosis kararı aldı.
AKEL’in Enosis kararı almasından sonra, Enosis konusunda her zaman AKEL’le yarış içinde olan Rum sağı, bayrağı AKEL’e kaptırmamak ve tüm Rum halkının Enosisten yana olduğunu vurgulamak için konuyu Meclise getirmeyi uygun gördü.
Böylece aynı zamanda, Yunanistan’daki askeri darbe ile iş başına gelen ve Makarios’u Enosis konusunda samimi olmamakla suçlayan cuntaya karşı da samimiyeti kanıtlanmış olacaktı.
26 Haziran 1967’de yapılan Meclis Birleşiminde, oy birliği ile alınan Enosis kararında şöyle denildi:
“Temsilciler Meclisi Kıbrıs Rumluğunun ezeli emellerine tercüman olarak ulusal ereklerini yakın zamanda gerçekleştirmek konusundaki değişmez kararını dile getirip açıklarken,
a. Ne tür güçlüklerle karşılaşılırsa karşılaşılsın, şu anda tüm ELEN dünyasının desteği ile yürütmekte olduğu savaşımı başarıya ulaşıncaya kadar durdurmayacaktır. Başarı derken, arada bir durak yapmadan Kıbrıs’ın bir bütün olarak anavatanla birleştirilmesi kastedilmektedir…
b. Kıbrıs Rum halkı ile anavatan arasındaki gönül birliğinin ve ulusal uğraşımızın başarısı için kaçınılmaz bir koşul olan Yunanistan-Kıbrıs sıkı işbirliğinin güçlenmesi için elindeki tüm vasıtalarla yardımcı olacaktır…”
Enosis kararı alan Rumlar bunu sağlamak için harekete geçmekte de gecikmedi.
Grivas liderliğindeki Rum-Yunan ordusu 15 Kasım 1967 tarihinde bazı bahaneler yaratarak adanın Güney Doğusu’nda stratejik önemi olan Geçitkale ve Boğaziçi köylerine saldırdı…
Aslında, Rum Meclisi’nin Enosis kararından 4.5 ay sonra gerçekleştirilen bu saldırının bir amacının da, ileride planlanan Enosis hareketine karşı, Türkiye’nin mukavemetini ölçmek olduğu ileri sürülebilir…
15 Kasım 1967 tarihinde bu iki köye saldıran binlerce Rum-Yunan askeri, sert bir çarpışmadan sonra köylere girmeyi başardı.
BM Barış Gücü askerlerinin gözleri önünde 28 kişiyi öldüren, yaşlı bir ihtiyarı canlı canlı üzerine benzin dökerek yakan, köyleri yağmalayan ve tüm köylüleri esir alan Rum-Yunan Kuvvetleri Türkiye’nin çok sert tepkisi ile karşılaştı. Türkiye derhal Trakya, Ege ve Mersin bölgelerine asker kaydırmaya başladı.
Türk donanması Kıbrıs’a gelmek üzere denize açıldı. Türk savaş uçakları işgal edilen köyler üzerinde ihtar uçuşları yapmaya başladı.
Bu arada 17 Kasım’da toplanan TBMM, köylerin boşaltılmaması, ve Yunan askerlerinin, geri çekilmemesi halinde adaya müdahale ve gerekirse Yunanistan’la savaş kararı aldı…
ABD, İngiltere ve Kanada her zaman olduğu gibi yine devreye girerek Türk müdahalesini önlemeye çalıştı.
Sonuçta, Türk müdahalesini önlemek için Türkiye’nin istediği koşullar kabul edildi.
Buna göre Grivas adadan ayrıldı, Yunanistan’ın gizlice adaya soktuğu askerlerden 12 bini geri çekildi, sürgünde olan Denktaş’ın adaya dönmesine izin verildi, işgal edilen köyler boşaltıldı ve esirler serbest bırakıldı, Türk bölgelerine uygulanan kuşatmalar gevşetildi. Türk bölgelerini korumak için UNFICYP’in yetkileri ve sayısı artırıldı.
Geçitkale saldırılarından sonra sağlanan diplomatik zafer Kıbrıs Türkü’nün adada ayrı bir yönetimi olmasını istediğini göstermesi bakımından uygun koşulları yaratmıştı.
Nitekim bu saldırılardan 1.5 ay sonra 28 Aralık 1967’de Geçici Türk Yönetimi ilan edildi.
Geçici Türk Yönetimi, Cumhurbaşkanı Muavini ile üç Cumhuriyet Milletvekilini, Cemaat Meclisi Başkanı ile icra heyetinin belirli sayıdaki üyesini, Mücahit Teşkilatını ve Maliye’den tarafsız bir maliyeciyi ihtiva edecek şekilde organize edildi.
Buna göre Geçici Türk Yönetimi Başkanlığına Dr. Küçük , yardımcılığına da Cemaat Meclisi Başkanı Denktaş getirildi.
Temsilciler Meclisi ile Cemaat Meclisi üyeleri de Türk Yönetimi Meclisi olarak görevlendirildi. Başkan ve yardımcısı dışında 11 kişilik Yürütme Kurulu, Bakanlar Kurulu olarak göreve başladı.
Hemen ardından, 4 yıllık sürgünden sonra 13 Nisan 1968’de Denktaş adaya döndü. Geçici Türk yönetimi bir süre devam ettikten sonra, ismindeki “geçici” ifadesi düşürülerek adı “Kıbrıs Türk Yönetimi’ne dönüştürüldü.
1960 yılından sonra 1965 yılında yapılması gereken ancak ertelen Cumhurbaşkanı Muavinliği seçimi 1968 yılında yapıldı ve Dr. Fazıl Küçük Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanlığı’nın yanı sıra Cumhurbaşkanı Muavinliğine seçildi.
1968 yılında KIBRIS TÜRK TARAFI İLE KIBRIS RUM TARAFI ARASINDA TOPLUMLARARASI GÖRÜŞMELER BAŞLADI.
3 Haziran’ da Beyrut’ta başlayan görüşmeler 1971 yılına kadar sürdü ancak bir sonuç alınamadı.
Yasama, yürütme, güvenlik ve idari konularla ilgili görüş alışverişi şeklinde bazen Klerides, bazen de Denktaş’ın evinde yapılan görüşmeler, 20 Eylül 1971’de başarısızlıkla son buldu ancak taraflar, BM’nin çabaları sonucu çok geçmeden yine bir araya geldi.
Yunanistan, Türkiye ve Birleşmiş Milletler temsilcilerinin de yer aldığı beşli görüşmeler, 8 Haziran 1972’de başladı ve çeşitliaralıklarla2 Nisan 1974’e kadar sürdü.
Klerides’in, Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit’in ‘Kıbrıs için en iyi çözüm yolu federasyondur’ yönündeki demecini eleştirerek, görüşmelerden çekilmesiyle toplam 6 yıl süren bu görüşmeler hiçbir sonuç alınamadan sona erdi.
Görüşmeler sürerken adada çatışmalar devam ediyordu. Göçmen durumuna düşen binlerce Kıbrıslı Türk zor şartlarda yaşamını sürdürürken, Rumlar arasında da güç mücadelesi giderek kızışıyordu. 15 Temmuz 1974’te Yunan subayların komutasındaki Rum Milli Muhafız Ordusu ve EOKA-B Kıbrıs’ta darbe düzenledi.
Bu arada darbeyi kabul edilemez bulan ve adadaki Türklerin geleceğinden endişe eden Türkiye, ortak müdahale girişimlerinden sonuç alamayınca 20 Temmuz’da tek başına müdahale etti.
Türkiye, 3 gün süren harekatın ardından ateşkesi kabul ettiğini açıklarken, darbe lideri Sampson da başkanlık görevini Temsilciler Meclisi Başkanı Glafkos Klerides’e devretti ve Klerides, Makarios adaya dönünceye kadar başkanlık görevini yürüttü.
Ateşkesin ardından, çatışmaların tekrarını önlemek ve sorunları çözmek için ABD tarafından yoğun diplomatik girişimler başlatıldı. Cenevre’de İngiltere, Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları’nın katıldığı konferansta çok az konuda görüş birliğine varan taraflar, yayınladıkları ortak bildiride, ateşkes koşullarına uyulması ve işgal edilen Türk bölgelerinden, Rum ve Yunan kuvvetlerinin çekilmesinde anlaştı.
İki otonom yönetimin varlığının kabul edildiği konferanstaki uzlaşıya rağmen Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO)işgal ettiği bölgelerden çekilmedi. İkinci Cenevre görüşmelerinde de başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından Türkiye 2. Barış Harekatı’nı gerçekleştirdi ve 16 Ağustos’ta yeniden ateşkes ilan edildi.
BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim Ağustos 1974’te adaya gelerek her iki tarafla görüşmeler yaptıktan sonra Klerides ve Denktaş, insani konuları görüşmek üzere Lefkoşa’da haftada bir kez bir araya gelmeye başladı. Bu toplantılar neticesinde Ekim ayı sonuna kadar tüm esirler karşılıklı serbest bırakıldı.
Kıbrıslı Türklerin 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni ilan etmesini protesto eden Rum tarafı bir süre görüşmelere katılmayı reddetti.
KTFD’nin ilanını takiben toplanan BM Güvenlik Konseyi 12 Mart 1975 tarihinde, sorunun çözümünü sağlamak üzere BM Genel Sekreterine iyi niyet görevi veren 367 sayılı kararı kabul etti.
BM Genel Sekreteri himayesinde Nisan 1975’te Viyana’da başlayan toplumlararası görüşmeler, Şubat 1976’da 5. turun sonunda bir kez daha kesildi. Rum tarafını ise Rum Yönetimi Başkanı Makarios adına Klerides’in temsil ettiği Viyana görüşmelerinde varılan en önemli sonuç ‘Nüfus Mübadelesi Anlaşması’ oldu. Bu anlaşmayla, Güney Kıbrıs’ta kalan Türkler Kuzey Kıbrıs’a, Kuzey Kıbrıs’ta kalan Rumlar da Güney Kıbrıs’a geçti.
Görüşmelerin kesilmesinden yaklaşık 1 yıl sonra Makarios’la Denktaş arasındaki birinci görüşme 27 Ocak 1977’de Lefkoşa’da yapıldı. BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim’ın da hazır bulunduğu ikinci görüşmede 4 maddelik bir ilke anlaşması imzalandı ve toplantılar Genel Sekreter himayesinde Viyana’da devam etti.
Her iki taraf da ‘bağımsız, bağlantısız bir federal cumhuriyet’ kurulması konusunda uzlaşsa da Viyana görüşmeleri bir anlaşmaya varmadan sonuçlandı. Toplumlararası görüşmeler, Mayıs 1979’da yeniden başladı ve 18-19 Mayıs 1979’da bir araya gelen Denktaş ve görevi Makarios’tan devralan Rum Yönetimi Başkanı Spiros Kipriyanu, 10 maddelik bir anlaşma imzaladı.
Bu anlaşma 1977 Denktaş-Makarios arasında varılan ilkelerin biraz daha geliştirmiş bir biçimiydi. 1977-1979 Doruk Anlaşmaları’ olarak anılan bu düzenlemeler de nihai çözümün kapısını aralayamadı.
Kesilen görüşmeler, 1980 Ağustosunda tekrar başladı ve aralıklarla, Rumların BM Genel Kurulu’na başvurdukları Mayıs 1983’e kadar devam etti. Taraflar, iki kesimlilik-iki bölgelilik gibi bazı kavramlarda anlaşamadığı gibi, temsil, federal devletin yetkileri, yerleşme, mülk edinme ve serbest dolaşım konularında da uzlaşamıyorlardı.
Kıbrıs Türklerin, gelişmeler üzerine 15 Kasım 1983’te KKTC’yi ilan etmesinin ardından BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar’ın çabaları sonucu 10 Eylül 1984’te New York’ta ‘dolaylı görüşmeler’ başladı.
1970 yılında ise Kıbrıs Türkü Temsilciler Meclisi ve Cemaat Meclisi için seçimlerini yaptı.
İşte bu sırada ULUSAL BİRLİK PARTİSİ’NİN DE HABERCİSİ OLAN ULUSAL DAYANIŞMA PROGRAMI Rauf Denktaş tarafından ortaya konuldu.
Yapılan açıklamaya “ Ulusal Dayanışma programı denilmesi 1975 yılında kurulacak Ulusal Birlik Partisi’nin ortaya koyacağı siyasetle ilkelerin ilk habercisi olarak kabul edilebilir.
Ulusal Birlik Partisi’nin tüzüğünde ve süreç içinde parti yetkili organlarında alınan kararlarda kendini gösteren, amaç ve ilkelerde ön plana çıkan Atatürkçülük, Ulusçuluk, Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinin vazgeçilmezliği, modern gelişmeler dikkate alınarak ekonominin geliştirilmesi Ulusal Dayanışma Programı’nda da yer alıyordu.
Aslında bir parti kurulacaktı ama Türkiye’nin “ birlik beraberlik sarsılır” diyerek sıcak bakmaması üzerine parti kurulmasından vazgeçilerek bir program açıklanması yoluna gidildi.
Seçimlerde ise ortak bir liste oluşturuldu.,
Seçimleri büyük ölçüde Ulusal Dayanışma Programı’nın adayları kazandı.
Bunun üzerine Aralık 1970’te Cumhuriyetçi Türk Partisi kuruldu.
1973 yılında seçimler yapılarak yönetim yenilendi.
Cumhurbaşkanı Muavinliğini ve Türk Yönetimi Başkanlığını Rauf Denktaş tek aday olarak üstlendi.
Bu yönetim biçimi, Otonom Türk Yönetiminin ilan edildiği 1 Ekim 1974’e kadar devam etti.
13 Şubat 1975’te ise Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edildi ve sözde Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’ndan uzaklaşılarak yeni Devlet için Anayasa yapılması yoluna gidildi.
Bu bağlamda Siyasal Partiler, Seçim ve Halk Oylaması yasaları çıkarıldı.
Meclis’te 20 Haziran 1976’da Devlet Başkanlığı ve Federe Devlet Meclisi’nin 40 üyeliği için seçim yapılması kararlaştırıldı.
11 Ekim 1975’te ise Ulusal Birlik Partisi kuruldu.
UBP, Halkçı Parti’den sonra Kıbrıs Türk Federe Devleti’nde kurulan ikinci parti oldu.
Ulusal Birlik Partisi Tüzüğü 8341 kurucu üye adına 51 kişiden oluşan müteşebbis heyetin başkanı Rauf Denktaş tarafından Adalet ve İçişleri Bakanlığı’na 11 Ekim 1975 günü İçişleri ve e Adalet Bakanlığı’na resmen sunuldu.
Ulusal Birlik Partisi’nin kurucuları arasında Kurucu Meclis üyelerinin 21’i ile Bakanlar Kurulu üyelerinin tümü de yer aldı.
Müteşebbis Heyet Başkanı Rauf Denktaş daha sonra Saray Otel’de bir basın toplantısı düzenleyerek Ulusal Birlik Partisi’nin kuruluşunu açıklamış ve parti programına ilişkin bilgi verdi.
Rauf Denktaş bugüne kadar 8341 kişinin Ulusal Birlik Partisi’ne üye olarak kaydını yaptırdığını belirterek amaçlarını şöyle sıraladı:
“ Amacımız davamızın bu safhasında milli davamızı bu merhaleye ulaştırmış olan birlik ve beraberli korumak ve daha da kökleştirmek, demokratik bir düzen içerisinde Türk Toplumunun Türk Ulusu ile paralel olan çıkarlarını korumak ve yüceltmektir”.
Rauf Denktaş parti programının ilkelerini açıklarken, Ulusal Birlik Partisi’nin Atatürk Devrimlerinin uygulayıcısı ve koruyucusu olacağını Kıbrıs Türkü’nün birliği, bütünlüğü, mutluluk ve esenliğini her türlü düşüncenin üzerinde tutacağını ve toplumun demokrasi, insan haklarına saygı, sosyal adalet, milliyetçi, laik devlet esaslarına göre düzenlenmesini temel görüş olarak kabul ettiğini belirtmişti.
Partisinin ekonomik düzen konusundaki görüşlerini de açıklayan Rauf Denktaş, kalkınma anlayışının salt ekonomik büyüme değil, bundan daha kapsamlı olarak siyasal ve sosyal kalkınmayı da kapsadığını kaydetmiş, Türk toplumunun hem iktisadi alanda hem sosyal ve siyasal alanlarda atılımlar yapmak durumunda olduğunu bildirmişti.
DENKTAŞ UBP’NİN GÜNÜ GELDİĞİNDE BAĞIMSIZ DEVLETİ KURACAĞINI DA BU BASIN TAOPLANTISINDA ORTAYA KOYUYOR VE ŞÖYLE DİYORDU:
“Ulusal davamızın yeni bir safhaya girmiş olduğu görüşündeyiz. Bu safhanın bir yönü uluslararası alanda Türk toplumunun kendi iradesini tayinle ulaşmış olduğu statüye gölge düşürmeyecek bir yol talep etmek, bundan taviz vermenin insanlığa, özgürlüğe yakışmayacağını, duyurmak, anlatmaktır.
Kıbrıs Türk toplumunun barışçı bir toplum olduğunu, kimsenin hakkında gözü olmadığını, fakat kimseye hakkını vermeyeceğini herkese anlatmak istiyoruz.
Komşularımızla iyi dost olmanın temelinde, eşitliğe karşılıklı saygı olmalıdır.
Bir birimizden korkmayacak iç ve dış emniyet unsurlarının da gerekli olduğunu belirtmek, bunlardan taviz vermemek kararlılığında olduğumun altını da çizmek durumundayız.
O halde dış dünyaya karşı kendi devletimizi tanıtmak için çalışacağız.
Halkın iradesi ile kurulan bir Devletiz. Bu Devleti tam özgürlüğe tam bağımsızlığa götürecek durumda olan bir toplumun barış ve anlaşma için duraklamış olmasının bir taviz ve hedefyten vazgeçmiş olma zannedilmesinin hata olacağını belirtmek isterim.
Hak ve statümüze gölge düşürülecek olunursa, emniyetimizi yeniden tehlikeye düşürecek tavizler vermemiz istenirse karşı taraf gerçekleri görüp, bağımsız ve tarafsız bir Kıbrıs’ta eşit şartlar altında iki bölgeli federal bir sistemi bizim öngördüğümüz ve kendilerinin de Üçüncü Viyana toplantısında kabul ettikleri şekilde kurmaktan kaçındıklarını, mesleleyi uluslararsı formlarda yozlaştırmak çabasına devam ettiklerini gördüğümüz takdirde Meclisimizin bize verdiği yetkiyle mahfuz tuttuğumuz tam bağımsızlık ilanında ileri adımlar atma hakkımızı kullanacağımızı duyurmak da görevimizdir.
Denktaş partinin Türkiye ile ilişkilerinin nasıl olacağını ve neyi amaçlayacağını da o basın toplantısında gayet veciz bir şekilde ifade ediyordu:
“Hiç şüphe yoktur ki dış siyasette Türk toplumu devamlı surette Anavatan’ın görüşlerini, desteğini alarak hareket etmeye devam edecektir. Bu uluslararası yeni safha, tekrar ediyorum, kendimizi ve devletimizi tanıtmak, statümüz itibarıyla ileride atmaya muktedir olduğumuz, hakkımız olan adımların ne olabileceğini dünyaya göstermek suretiyle Kıbrıs Türk toplumunun barış masasındaki eşitliğini koruyarak, verilen mücadeleye denk şerefli bir anlaşma temin etmek içindir.
Ekim 1975
( 11 Ekim 1975- 3 Temmuz 1976)
Temmuz 1976
( 3 Temmuz 1976- 2 Mart 1978)
Nisan 1978
( 18 Nisan 1978- 7 Ocak 1979)
Ocak 1979
( 7 Ocak 1979- 30 Kasım 1983)
Aralık 1983
( 18 Aralık 1983- 20 Kasım 2005)- ( 29 Kasım 2008- 23 Nisan 2010)
Şubat 2006
( 11 Şubat 2006- 16 Aralık 2006)- ( 31 Ağustos 2013- 31 Ekim 2018)
Aralık 2006
( 16 Aralık 2006- 29 Kasım 2008)
Mayıs 2010
(9 Mayıs 2010 - 11 Haziran 2013)
Ekim 2018
( 31 Ekim 2018 - 23 Ekim 2020)
Aralık 2020
( 20 Aralık 2020- 31 Ekim 2021)
Ekim 2021
( 31 Ekim 2021- 11 Eylül 2022)
Eylül 2022
( 11 Eylül 2022- ….)
Gelişmelerden Haberdar Olmak İçin Abone Ol
© Copyright 2025. Ulusal Birlik Partisi Tüm Hakları Sakldır.